31 Ekim 2015 Cumartesi

Kredi Kartı Kullanıcılarına Uyarı

TÜSODER Genel Başkanı Ağaoğlu, 55 milyon bireysel kredi kartı kullanımı olduğunu belirtip, '2 milyon kişi kart borçlarını ödeyemediklerinden yasal takibe düşmüştür' dedi
Tüketici Sorunları Derneği (TÜSODER) Genel Başkanı Aydın Ağaoğlu, "Günümüzde tüketiciler sanal bir refah yaşıyor. Bunun temel nedeni, tasarruf bilincinden uzaklaşma ve plastik parayı (kredi kartı) kullanmanın cazibesine kapılmalarıdır" dedi.

Ağaoğlu, "31 Ekim Dünya Tasarruf Günü" dolayısıyla yaptığı açıklamada, tasarruflu ve tutumlu olmanın önemine değindi. 

Ülkenin zenginleşmesi ile gelir seviyesinin yükselmesinin, daha çok istihdam, üretim ve ihracatla mümkün olduğuna işaret eden Ağaoğlu, Dünya Tasarruf Günü'nün de bu konuda farkındalık yaratılması amacıyla gerçekleştirildiğini söyledi.

Kredi kartı kullananlara uyarılarda bulunan Ağaoğlu, şunları kaydetti:

"Günümüzde tüketiciler sanal bir refah yaşıyor. Bunun temel nedeni, tasarruf bilincinden uzaklaşma ve plastik parayı kullanmanın cazibesine kapılmalarıdır. Ülkemizde yaklaşık 55 milyon bireysel kredi kartı kullanımda olup 2 milyon kişi kart borçlarını ödeyemediklerinden yasal takibe düşmüştür. Bu noktada, yıllar önce unuttuğumuz, 'Cimri olma, tutumlu ol' felsefesine milletçe sarılmalı, ihtiyacımızdan ve ödeme imkanımızdan fazlasını harcamaktan uzak durmalıyız. Bugün tüketicilerin büyük bölümü borcu borçla ödemekte ve mevcut hayat standardını, temin ettiği tüketici kredisiyle sağlayabilmektedir"

'Akıllı cep telefonları borçlanmaya değer mi?'

Aydın Ağaoğlu, günümüzde birçok kişinin borçlu olduğuna işaret ederek, "Alışkanlıklarımızdan vazgeçmeli veya en aza indirmeliyiz. Yılda 3 gömlek alan kişi 1'e düşürsün, yırtılırsa yamasın giysin. Ayakkabısı delindiyse gidip pençe yaptırsın. Yenisi 100 liraysa tamiri 20 lira. Gösterişten uzak dursun. Yüksek teknoloji aletleri, akıllı cep telefonları, tabletler, bilgisayarlar, bunları almak için borçlanmaya değer mi?" değerlendirmesinde bulundu.

Bilinçli Tüketiciler Platformu Sözcüsü Mehmet İmrek de tüketicilerin tasarrufa yönelmesini gerektiğini söyledi.

Vatandaşlardan ihtiyacı olduğu malı almadan önce, araştırma yapmasını isteyen İmrek, ekonomik duruma göre en uygun şekilde ihtiyaçların giderilmesini tavsiye etti.

Tüketicilerin aşırı ve uzun vadeli borçlanmadan kaçınmaları gerektiğini vurgulayan İmrek, "Çünkü ekonomik alım gücü gün geçtikçe pahalılaşıyor. Tüketicilerin alım gücü düştükçe, uzun vadeli borçlanmalarda borcunu ödeyemez hale geliyor. Bunun için mümkün mertebe ihtiyacından fazlasını tüketmemelerini öneriyoruz" dedi.

Devamını Oku…

Ölen Tarım İşçisi SGK'da Üvey Evlat Muamelesi Görüyor

Çalışma hayatında, tarım işçilerinin yaşadığı sorunlara hemen her devlet kurumu çözüm bulmaya çalışmakta ve bu kesimdeki işçilerle ilgili projeler geliştirmeye uğraşmaktadır.
Hatta bu işçilerle ilgili Çalışma Bakanlığı tarafından METİP adlı mevsimlik tarım işçileri projesi bile yapıldı. 
Gerçekten de, çalışma hayatında en dezavantajlı kesim ve işçi grubu, mevsimlik veya geçici olarak çalışan tarım işçileridir. Çoğu zaman bunlardan haberimiz bile olmamaktadır. Tarım işçilerini sadece, toplu olarak traktör römorklarında veya kamyon kasalarında taşınırken ölümleri halinde hatırlıyoruz. Ancak, tarım işçileriyle ilgili bilmediğimiz ve adeta vicdanları sızlatan bir SGK uygulaması bulunmaktadır. Bu uygulama ise, tarım işçileri işe giderken ölmeleri durumunda, SGK, ölen tarım işçisinin en az 10 günden önce sigorta kaydı yapılmamışsa, bu kişilerin geçirmiş olduğu kazayı iş kazası saymamaktadır. 
Bilindiği üzere, bir kazanın iş kazası sayılması durumunda, ölen işçinin yakınlarına aylık (gelir) bağlanmakta ve çok sayıda maddi getiri sağlamaktadır. 
SGK’nın ölen tarım işçisine iş kazası ile ilgili uyguladığı mevzuat hükmü, başka hiçbir kesimde bulunmamaktadır. Yani, hizmet akdi ile çalışan işçi sigortasız olsa bile kaza geçirirse yaşamış olduğu kaza iş kazası sayılmaktadır. Bağ-Kur’lu olan bir kişi işi yeni açtığı gün bile olsa kaza geçirdiğinde, yaşamış olduğu kaza iş kazası sayılmaktadır. Ancak, kamyon kasalarında veya traktör römorklarında işe giderken ölen tarım işçilerinin yaşadığı kazayı SGK 10 gün önceden sigorta kaydı yoksa iş kazası saymamaktadır. 
Devlet ve hükümet yetkililerinin tarım işçilerinin iş kazası konusunda yaşadığı bu mağduriyete derhal çözüm bulmaları gerekmektedir. Bahse konu bu iş kazasından faydalanmak için 10 gün önceden sigortalı olma şartı kaldırılarak, esnaf ve işçilerle, norm ve standart birliği sağlanmalıdır. 
Doğum borçlanması için boş gün olması lâzım
Soru: 17 Ağustos 1981 doğumluyum. 1 Mayıs 2001 tarihinde sigortam başladı. Aralıksız olarak bu tarihe kadar devam ediyor. 2003 yılında da bir çocuğum oldu. Ne zaman emekli olurum? Ebru Karakuş
Cevap: Emekli olmak için; 7000 gün prim ödeme ve 58 yaş şartlarına tabisiniz. 1 Mayıs 2001’den bugüne kadar aralıksız prim ödediğinize göre, yaklaşık 5300 gün prim ödemeniz olmalı. 1700 gün daha prim ödeyerek toplam priminizi 7000 güne tamamlamanız şartıyla, 58 yaşınızı dolduracağınız, 17 Ağustos 2039’da emekli olabilirsiniz. 2001’den sonra aralıksız prim ödediğinizden doğum borçlanması yapamazsınız. Çünkü doğum tarihinden sonraki iki yıl içinde prim ödenmeyen boş günler borçlanılabiliyor. Örneğin, doğum tarihinden sonraki iki yılda prim ödemesi olmayan kadın doğumunu borçlanarak 720 gün kazanabiliyor. Şartları taşıyan üç doğumu olan kadın borçlanarak toplam 2160 gün kazanabiliyor.
Engelli hakkıyla Nisan 2017’de emekli olabilirsiniz
Soru: 6 Ocak 1974 doğumluyum. 18 Nisan 1999 tarihinde sigortaya girişim vardır. Şu anda 5000 gün primim var. Yüzde 51 özürlü raporum ve vergi indirimim vardır. Buna göre ne zaman ve hangi şartlarda emekli olurum? İsmail Hakkı Burnaz
Cevap: Emekli olmak için; 18 yıl sigortalılık süresi ve 4080 gün prim ödeme şartlarına tabisiniz. Prim ödemeniz yeterli olduğundan bundan sonra prim ödemeseniz de, 18 yıllık sigortalılık sürenizi dolduracağınız 18 Nisan 2017’de emekli olabilirsiniz.
Ahmet Arıcan

Devamını Oku…

Eşten Alınan Ölüm Aylığının Kesilmesi

Annem, ölen babam üzerinden ölüm aylığı almaktadır. Annemin sigortalı olarak çalışması durumunda aylık kesilir mi? 

Ölüm aylığı alan eşlerin aylığı 2 durumda kesilir. Birincisi ölüm aylığı alırken evlenmeleri, ikincisi ise vefat etmeleri halinde aylıktan düşerler. İşe girip çalışmaları veya emekli olmaları halinde eşlerden alınan aylık kesilmez sadece aldıkları oran düşer. Örneğin; anneniz, eşinden aldığı aylıkta başka bir çocuğu yoksa yani aylıkta tekse maaşın yüzde 75'i oranında aylık almaktadır. İşe girmesi halinde bu oran yüzde 50'ye düşecektir. Eğer bir çocuğu varsa aldığı aylık yine yüzde 50'dir ve işe girmesinde herhangi bir düşme yaşamayacaktır. 

01.01.1990 SSK sigorta girişim var. 11.11.1970 doğumluyum, 6000 günüm bulunuyor. Ne zaman emekli olabilirim? 


İşe girişinize göre 25 yıl, 52 yaş ve 5525 prim gün şartlarına tabisiniz. Prim gün sayınız tamamlanmış. 25 yılınız 2015'te, 52 yaşınız 2022'de dolacak. Bu durumda emekli olacağınız tarih 01.01.2022 olacaktır. 15 yıl, 3600 prim gün şartı tamamlandığından SGK'dan alacağınız yaşı bekleyeceğinize dair yazıyla işverenliğe müracaat ederseniz tazminatınızı alabilirsiniz. Fakat işsizlik maaşına bağlanamazsınız.

NE ZAMAN EMEKLİ OLURUM?


30.03.1973 doğumluyum. 1992 sigorta başlangıç tarihim, 3100 gün primim var. Ne zaman emekli olurum?


İşe başlangıcınız 23.11.1992 tarihinden önce ise 25 yıl, 53 yaş ve 5600 prim gün şartlarına, bu tarihten sonra ise 25 yıl, 54 yaş ve 5675 prim gün şartlarına tabisiniz. Emekli olabilmeniz için hangi şartlara tabi iseniz o şartların üçünün de tamamlanması gerekmektedir. 

02.06.1973 doğumluyum. 01.12.2004 yılından beri esnaf Bağ-Kur'luyum. O zamandan beri primleri yatırmaya devam ediyorum. Ne zaman emekli olurum? 


Bağ-Kur'dan 9000 prim gün ve 60 yaşa tabisiniz. Emekli olabilmeniz için 9000 prim günü tamamlayıp 60 yaşınızın dolacağı 02.06.2033 tarihini beklemeniz gerekiyor. Son 3.5 yıl SSK ödemeniz halinde yine aynı tarihte 7000 günle SSK'dan emekli olabilirsiniz.

Ali Şerbetçi

Kaynak: http://www.takvim.com.tr/yazarlar/aliserbetci/2015/10/31/esten-alinan-olum-ayliginin-kesilmesi

Devamını Oku…

30 Ekim 2015 Cuma

Miras Yoluyla İntikal Eden Kooperatif Hissesinden Edinilen Dairenin Satışında Değer Artış Kazancı

Soru: Miras yoluyla intikal eden kooperatif hissesinden edinilen dairenin satışında değer artış kazancı hesaplanacak mıdır ?

Cevap: 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu'nun "Değer Artış Kazançları" başlıklı Mükerrer 80''inci maddesinde; "Aşağıda yazılı mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazançlar değer artışı kazançlarıdır.

...

6. İktisap şekli ne olursa olsun (ivazsız olarak iktisap edilenler hariç) 70 inci maddenin birinci fıkrasının (1), (2), (4) ve (7) numaralı bentlerinde yazılı mal (gerçek usulde vergiye tâbi çiftçilerin ziraî istihsalde kullandıkları gayrimenkuller dahil) ve hakların, iktisap tarihinden başlayarak (1.1.2007 tarihinden geçerli olmak üzere) beş yıl içinde elden çıkarılmasından doğan kazançlar (Kooperatiflerin ortaklarına bu sıfatları dolayısıyla tahsis ettikleri gayrimenkulleri tahsis tarihinde ortak tarafından satın alınmış sayılır.).

Bu maddede geçen "elden çıkarma" deyimi, yukarıda yazılı mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade eder.

Yine,  Gelir Vergisi Kanunu'nun "Safi değer artışı" başlıklı Mükerrer 81'inci maddesinde de; "Değer artışında safi kazanç, elden çıkarma karşılığında alınan para ve ayınlarla sağlanan ve para ile temsil edilebilen her türlü menfaatlerin tutarından, elden çıkarılan mal ve hakların maliyet bedelleri ile elden çıkarma dolayısıyla yapılan ve satıcının uhdesinde kalan giderlerin ve ödenen vergi ve harçların indirilmesi suretiyle bulunur. Hasılatın ayın ve menfaat olarak sağlanan kısmının tutarı Vergi Usul Kanununun değerleme ile ilgili hükümlerine göre tayin ve tespit olunur.

Maliyet bedelinin mükelleflerce tespit edilememesi halinde maliyet bedeli yerine; Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre, takdir komisyonlarınca tespit edilecek bedel, kazancı bilanço veya işletme hesabı esasına göre tespit edilen işletmelerde ise son bilançoda veya envanter kayıtlarında gösterilen değer esas alınır.

...

Mal ve hakların elden çıkarılmasında iktisap bedeli, elden çıkarılan mal ve hakların, elden çıkarıldığı ay hariç olmak üzere Devlet İstatistik Enstitüsünce belirlenen toptan eşya fiyat endeksindeki artış oranında artırılarak tespit edilir. Şu kadar ki, bu endekslemenin yapılabilmesi için artış oranının % 10 veya üzerinde olması şarttır." hükmü yer almaktadır.

Ayrıca, konuyla ilgili olarak ayrıntılı açıklamaların 76 no.lu Gelir Vergisi Sirküleri'nin "5. Cins Tashihi Yapılan Gayrimenkuller ile Kat Karşılığı Olarak Müteahhit veya Konut Yapı Kooperatiflerinden Alınan Gayrimenkullerin Satılması Halinde İktisap Tarihinin Belirlenmesi" başlıklı bölümünde, "gayrimenkullerin ivazsız şekilde iktisap edilmesi değer artışı kazancının konusuna girmemektedir. Bu çerçevede ivazsız olarak iktisap edilen gayrimenkulün üzerine, sahibi tarafından inşa edilen veya kat karşılığı olarak alınan gayrimenkullerin, daha sonra elden çıkarılması halinde elde edilen gelir, değer artışı kazancı kapsamında değerlendirilmeyecektir." açıklamasına yer verilmiştir.

Öte yandan, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 704 ve 705'inci maddelerine göre taşınmaz mülkiyetinin konusuna giren gayrimenkulün mülkiyetinin kazanılmasının, tapuya tescille doğacağından "iktisap tarihi" olarak, tapuya tescil tarihinin esas alınması gerektiği, ayrıca miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyetin tescilden önce kazanılacağı, ancak bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesinin, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlı olduğu hüküm altına alınmıştır.

Bu açıklamalara göre, Miras yoluyla intikal eden kooperatif hissesi için; kooperatif sermayesine ve dolayısıyla sahibi olunan kooperatif hissesine çeşitli şekillerde katılım payı ödemesinin örneğin bir kısmının miras yoluyla intikalden sonra yapılması halinde, bu kısma isabet eden daire payının ivazlı iktisap olarak değerlendirilmesi ve gayrimenkulün mülkiyetinin kazanılmasının tapuya tescille doğması dolayısıyla ilgili beş yıllık süre içerisinde satılması halinde bu satıştan elde edilecek kazancın ilgili yıl için belirlenen istisna tutarını aşan ivazlı iktisaba tekabül eden kısmının değer artışı kazancı olarak değerlendirilerek beyan edilmesi gerekmektedir.

Koray Ateş

Devamını Oku…

Foreks İşleminden (KALDIRAÇ) Elde Edilen Gelirin Vergilendirilmesi

Soru: Foreks işleminden (KALDIRAÇ) elde edilen gelir vergilendirilir mi ?

Cevap: 193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun  "Ticari Kazancın Tarifi" başlıklı 37 nci maddesinin birinci fıkrasında her türlü ticari ve sınai faaliyetlerden doğan kazançların ticari kazanç olduğu hüküm altına alınmıştır.

Ticari faaliyet bir tür emek-sermaye organizasyonuna dayanmakta olup, kazanç sağlama niyet ve kastının bulunup bulunmaması böyle bir organizasyon tarafından icra edilen faaliyetin "ticari faaliyet" olma niteliğine etki etmemektedir. Ancak,  bir faaliyetin "ticari faaliyet" sayılabilmesi için, kazanç sağlama niyet ve kastı gerekmemekle birlikte faaliyeti icra eden organizasyonun bütün unsurları ile birlikte değerlendirildiğinde kazanç sağlama potansiyeline sahip olması gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Gelir Vergisi Kanununun "Değer Artışı Kazançları" başlıklı mükerrer 80 inci maddesinde ise hangi mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazançların değer artışı kazancı olarak değerlendirileceği tek tek sayılmış olup, döviz alım satımından doğan kazançlar bu madde kapsamına girmemektedir.

Yine,  Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 inci maddesinde  menkul kıymetler ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılması ve elde tutulması sürecinde elde edilen gelirler ile mevduat faizleri, repo gelirleri ve özel finans kurumlarından elde edilen gelirlerin vergilendirilmesine yönelik düzenlemeler yer almakta olup, döviz alım satımından doğan kazançların bu madde kapsamında vergiye tabi tutulması da mümkün bulunmamaktadır.

Buna göre, foreks işlemleri olarak da adlandırılan kaldıraçlı döviz alım satım faaliyetlerinden doğan kazançların Gelir Vergisi Kanununun geçici 67 nci maddesi kapsamında tevkifat yoluyla yahut mükerrer 80 inci madde kapsamında beyan yoluyla vergiye tabi tutulması söz konusu olmamakla birlikte, söz konusu faaliyetin ticari organizasyon içerisinde devamlılık arz edecek şekilde yapılması durumunda ticari faaliyet olarak değerlendirilmesi ve bu faaliyetler neticesinde elde edilen kazancın, Gelir Vergisi Kanununun ticari kazançlara ilişkin hükümleri çerçevesinde beyan yoluyla vergilendirilmesi gerekmektedir.

Koray Ateş

Devamını Oku…

Serbest Meslek Kazançlarının Vergilendirilmesinde Bazı Ayrıntılar - 2

21 Ekim tarihinde yayımlanan makalede, serbest meslek kazancının vergilemesiyle ilgili bazı özelliği olan konulara yer vermiştim. Bugün aynı konuya devam.

Serbest meslekte kasa esası geçerlidir

21 Ekim tarihli makalede, serbest meslek kazancında elde etmenin tahsilatla gerçekleştiğini, serbest meslek faaliyetinin elde edilmesi için yapılan genel giderlerin de ödenmedikçe gider yazılamayacağını belirtmiştim. Makale yayımlandıktan sonra çok sayıda kişi bu açıklamanın yasal dayanağını sordu. Kısaca belirtelim.

Kazancın elde edilmesinde geçerli olan tahsilat esasının yasal dayanağı Gelir Vergisi Kanunu’nun 67. maddesinde. Bu maddede yer alan, serbest meslek kazancının, bir hesap dönemi içinde serbest meslek faaliyeti karşılığı olarak tahsil edilen para ve ayınlarla sağlanan menfaatlerden oluşacağı hükmü, kazancın elde edilmesinin tahsilata bağlanmış olduğunu açıkça gösteriyor.

Yapılan giderlerin ödenmedikçe gider yazılamayacağına ilişkin güzenleme ise Kanun’un 68. maddesinin birinci fıkrasının (1) no.lu bendinde yer alıyor. Bu bentte, mesleki kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için ödenen genel giderlerin, kazanncın tespitinde dikkate alınacağı hükmü yer alıyor. Maddede yer alan “ödenen genel giderler” ifadesi, genel giderler açısından kasa esasının yasal dayanağı.

Alınan avanslar, tahsil edildiği dönemin geliridir

Yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde, serbest meslekte tahsil edilen hasılat, avans niteliğinde de olsa, tahsil edildiği yılın hasılatına dahil edilir. İşin yapılmaması veya başka nedenlerle, alınan avansın iade edilmesi durumunda, iadenin yapıldığı dönemde gider olarak dikkate alınır. Peşin ödenen genel giderler ödeme zamanında gider yazılır. Yukarıda da belirttiğim gibi, serbest meslek kazancında elde etmede olduğu gibi giderler açısından da kasa esası geçerlidir. Dolayısıyla, alınacak bir hizmet için peşin ödeme yapılması durumunda, giderin belgelendirilmesi şartıyla, ödemenin yapıldığı tarihte gider dikkate alınabilir. Bu çerçevede örneğin işyeri kirasını peşin ödeyen bir serbest meslek erbabı, bu ödemeyi ilgili dönemini beklemeksizin ödediği dönemde gider yazabilir.

Serbest meslek kazancının tespitinde peşin ödemelerin aktifleştirilmesini öngören bir düzenleme yoktur. Kanunda yer alan “ödenen genel giderler” ifadesi de gelecek dönemlere ilişkin olarak peşin ödenen tutarların gider yazılmasını gerektirmektedir.

Yaygın bazı genel giderlerde gider yazma ve KDV indirim zamanı

Serbest meslek erbabının en yaygın giderleri, elektrik, su, doğalgaz, kırtasiye ve sigorta gibi genel gider kalemlerinden oluşmaktadır. Yukarıda genel çerçeveyi özetledim ama bu yaygın giderler çerçevesinde konuyu biraz somutlaştırmakta yarar var.

Aynı vergilendirme dönemine ilişkin olarak dönem kapanmadan gelen ve ödenen faturalar açısından uygulamada sorun yoktur. Ödenen fatura bedeli gider kaydedilir, faturada yer alan katma değer vergisi de indirim konusu yapılır.

Ancak bir yıla ilişkin harcama faturasının sonraki yılda gelmesi veya önceki yıla ilişkin faturanın sonraki yılda ödenmesi durumunda sorun çıkabilir.

Kural olarak giderler ödendiğinde dikkate alınır. Dolayısıyla tüketim yılına ve fatura tarihine bakılmaksızın, yukarıda sayılan giderler, ödendiğinde dikkate alınır. Bu çerçevede örneğin, aralık ayına ait giderler için ocak ayında düzenlenmiş ve ödenmiş olan faturalar, ödemenin yapıldığı döneme ait serbest meslek kazancının tespitinde gider olarak dikkate alınır.

Giderlere ilişkin faturalarda yer alan katma değer vergisi, vergiyi doğuran olayın meydana geldiği takvim yılı aşılmamak şartıyla, kanuni defterlere kaydedildiği vergilendirme döneminde genel esaslara göre indirim konusu yapılır. Bu durumda örneğin;

- Aralık ayında tüketilen elektrik, su ve doğalgaz bedellerine ait faturaların takip eden yılın ocak ayında düzenlenmiş ve ödenmiş olması durumunda, bu faturalardaki katma değer vergisi söz konusu belgelerin defterlere kaydedildiği ocak vergilendirme döneminde indirim konusu yapılabilir.
- Aralık ayında tüketilen elektrik, su ve doğalgaz bedellerine ait faturaların aralık ayında düzenlenmiş ancak ocak ayında ödenmiş olması durumunda, faturanın ocak ayında gider kaydedilmesi ancak faturada yer alan katma değer vergisinin aralık ayına ait beyannamede indirim konusu yapılması gerekir.

Elektrik, su, gaz, ısıtma soğutma ve benzeri enerji dağıtım ve kullanımlarında vergiyi doğuran olay, genel olarak mal teslimine ve hizmet ifasına göre farklıdır. Bu hizmetlerde vergiyi doğuran olay, bunların bedellerinin tahakkuk ettirilmesidir. Dolayısıyla aralık ayına ilişkin tüketim bedelinin ocak ayında faturası düzenlenerek tahakkuk ettirilmesi halinde, vergiyi doğuran olay ocak ayında gerçekleşmiş olmaktadır. Yüklenilen katma değer vergisinin indirim olanağı da bu durumda, ocak ayının içinde bulunduğu yılın sonuna kadar mümkündür.

Kaynak: http://www.dunya.com/serbest-meslek-kazanclarinin-vergilendirilmesinde-bazi-ayrintilar-2-161898yy.htm

Devamını Oku…

İş Kanunu'nda İşveren Vekili Kavramı

İşveren kavramı, işçi kavramı bağlamında ele alınması gereken bir kavramdır. Zira, İş Kanunu’nun 2. maddesinde “işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar” işveren olarak tanımlanmıştır. Başka bir ifadeyle, İş Kanunu bağlamında, işveren işçi çalıştırdığı için, işverenlik niteliği kazanmaktadır.

İş Kanunu’nun 2. maddesinde işveren vekili, “işveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan kimseler” olarak tanımlanmıştır. İşveren vekilinin bu sıfatla işçilere karşı işlem ve yükümlülüklerinden doğrudan işveren sorumludur.

Buna göre işveren vekili, işveren adına hareket eden ve işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alan işyeri/işletmenin organizasyonuna göre genel müdürden şefe hatta ustabaşılarına kadar geniş bir grubu kapsamaktadır.

Başka bir ifadeyle, işveren vekilliği konusunda bir sınırlama söz konusu olmadığından her kademedeki (genel müdür, müdür, şef, ustabaşı vs.) kişi, işveren adına iş yerinin yönetiminde görev almasıyla işveren vekili sıfatı edinebilir.

Bu kanunda işveren için öngörülen her çeşit sorumluluk ve zorunluluklar işveren vekilleri hakkında da uygulanır. İşveren vekilliği sıfatı, işçilere tanınan hak ve yükümlülükleri ortadan kaldırmaz.

İş güvencesinden yararlanma noktasında ise işveren vekili, daha dar anlamda ele alınmıştır. Buna göre;
• İşletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili ve yardımcıları ile
• İşyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren, vekilleri, iş güvencesinden yararlanamazlar.

Burada belirtilmelidir ki, işveren vekillerinin iş güvencesinde kapsam dışında tutulmalarında fesih tarihinde “üst işveren” kimliklerini taşımaları gereklidir. Fesih tarihinde kanunun aradığı üst düzey işveren vekilleri söz konusu değilse iş güvencesinden yararlanacaklardır.

4857 sayılı İş Kanunu, işçinin statüsüne bağlı olarak iş güvencesinin kapsamını, 4773 sayılı İş Güvencesi Kanunu’na nazaran, daraltmıştır. Şöyle ki, 4773 Sayılı Kanun, “işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili”ni iş güvencesi kapsamının dışında tutmuşken, 4857 sayılı İş Kanunu’yla, sadece “işletmenin bütününü sevk ve idare eden işveren vekili” değil, imza yetkisi olup olmadığına bakılmaksızın “yardımcıları” ve “işyerinin bütününü sevk ve idare eden ve işçiyi işe alma ve işten çıkarma yetkisi bulunan işveren vekilleri” de iş güvencesi hükümlerinin kapsamı dışında kalmışlardır .

Yargıtay kararından da açıkça anlaşılacağı gibi işyerinde çeşitli kademelerde yönetici (işveren vekili) olmak, iş güvencesi kapsamında olmaya bir engel değildir. Kapsam dışında olmak ancak işletmenin bütününü yönetmek ve işe alma ve işten çıkartma konusunda yetki sahibi olmak (genel müdür, fabrika müdürü vb.) şartlarına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır.

Resul Kurt

Kaynak: http://www.dunya.com/is-kanununda-isveren-vekili-kavrami-161906yy.htm

Devamını Oku…

29 Ekim 2015 Perşembe

Yorum Yolu İle Tebligat

Vergi Usul Kanunu’muza göre tarh işlemi ilgilere ihbarname ile tebliğ olunur (md.34). Takdir Komisyonu kararına dayanılarak tarh edilen vergilerde ihbarnameye takdir komisyonu kararının, inceleme elemanının raporuna dayanılarak yapılan tarhiyatlarda ise inceleme elemanı raporunun bir örneğinin ihbarnameye eklenmesi zorunludur (md.35/2). Tarh işlemi için getirilmiş bu düzenlemelerin aynısı, ceza tarhiyatları için de kabul edilmiştir (md. 366).

İhbarnameye takdir komisyonu kararının veya inceleme elemanının raporunun eklenmemesi, vergi veya ceza tarh işlemini sakatlamaz, ancak yapılan tebligatın hükümsüz olması sonucunu doğurması gerekir. Zira işlemin gerekçesinin ilgilisine bildirilmemesi, onun Anayasal Haklarını kısıtlar. Çünkü işlemin gerekçe ve dayanakları, muhatabın yargıya başvuru ve savunma haklarının en önemli unsurlarındandır. Ayrıca dayanak belgelerin tebliğ edilmemesi, mükellefin, uzlaşma, cezada indirim gibi sair hukuksal yollara başvurma kararını da etkileyecek derecede önemli bir eksikliktir.

Nitekim Danıştay’ın yerleşik içtihadında da, vergi / ceza ihbarnamelerine takdir komisyonu kararlarının veya vergi inceleme raporlarının, hatta inceleme raporlarının dayanağı vergi tekniği raporlarının eklenmemiş olması, hatalı tebliğ düzenlemesi (md. 106) kapsamında esasa etkili noksanlık olarak değerlendirilmiş ve tebligatın iptal edilmesi gerektiğine hükmedilmiştir.

Ancak Danıştay Dergisi’nin 138. sayısında, Danıştay 3. Dairesi’nin bir kararı, bu güne kadar kabul edilen yaklaşımın tersini yansıtmakla çok tartışmaya yol açacak niteliktedir. Dairenin, Antalya Vergi Mahkemesi’nin takdir komisyonu kararının ihbarnameye eklenmemesi sebebiyle tarhiyatı iptal eden bir kararını temyizen inceleyen E.2011/4933 K.2014/6021 sayı ve 1.12.2014 tarihli Kararında, ihbarnameye takdir komisyonu kararının eklenmemesinin, ihbarnamenin tebliğinin tam yapılmadığının kabulünü gerektirdiğini, bunun da dava açma süresinin işlemesini başlatmayan bir neden oluşturacağına hükmetmiştir. Oysa tarh işleminin hem şekil unsurunu hem de tebliğini sağlayan ihbarname, bağımsız ve icra kabiliyeti olan bir tarh işlemini ifade etmektedir. Bu nedenle 30 günlük süre içerisinde dava açılmadığı takdirde kesinleşir ve idare ödeme emrini tebliğ eder. Hele ödeme emri tebliğinden sonra veya böyle bir ihbarnameye süre işlememiştir düşüncesi ile örneğin dört yıl sonra dava açılacak olursa bu dava büyük olasılıkla süre aşımından reddedilecektir.

Öte yandan daire kararında, “Davaya konu yapılan vergilendirmeyi duyuran ihbarnamedeki ekleri bölümüne takdir komisyonu kararının tarihi ve sayısı yazılmıştır. Davacının ihbarnameleri tebellüğ ettiği ve davayı süresinde açtığında ihtilaf yoktur. Tebliğ mazbatasından kendisine davaya konu yapılan vergilendirmeyi duyuran, tarihi ve sayısı gösterilen ihbarnamelere ait olduğu da saptanmaktadır. Dolayısıyla mazbata ile tebliğ edildiği belgelenen bu ihbarnamelerin ekini oluşturan takdir komisyonu kararının ihbarname ile tebliğ edilmiş olduğunun kabulü gerekir.” denilmek suretiyle, “ihbarname ekinde takdir komisyonu kararı ve inceleme elemanı raporu bulunmasa dahi, ihbarnamede tarih ve sayısı yazılı ise onların da tebliğ edilmiş sayılacağına” hükmetmiştir.

Neticede daire, davalı vergi dairesince İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16/5. fıkrası uyarınca mahkemeye sunulacak takdir komisyonu kararının davacıya tebliğ edilerek davaya devam edilmesi gerektiğine ve esastan karara bağlanması gerektiğine hükmetmiştir.

Tarh işlemini duyuran bir belge olmaktan ziyade tarh işleminin şekil unsurunu oluşturan ihbarnamenin dayanaklarından mahrum olarak tebliğ edilmesinde, işlem dayanağı takdir komisyonu kararının “yorum yolu ile tebliği”- ni kabul eden karar, yeni bir tebliğ yöntemi ihdas etmekten başka, yorum yolu ile tebliğ edildiği kabul edilen belgenin mahkemece tebliğ edilmesi gereğine karar vermesi de kararın kendi içinde bir çelişkisini oluşturmuştur.

Danıştay’ın muhtelif dairelerince, bazı hallerde dayanak raporun tebliği dahi silahların eşitliği ilkesi ve savunma hakkı açısından yeterli görmemektedir. Örneğin ihbarnamenin dayandığı vergi inceleme raporları ile birlikte tebliğ edildiği, ancak bu raporların dayandığı vergi tekniği raporunun eklenmediği tebliğler dahi hatalı kabul edilmektedir. Nitekim son olarak Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu’nun E.2014/304, K.2014/563 sayı ve 18.6.2014 tarihli Kararında; “davacı hakkında “tesis edilen işlemi hükümsüz kılacak nitelikte esasa etkili bir şekil hatası” olarak nitelendirilmiştir. Bu konudaki kararları daha önce “Vergi Tekniği Raporları” başlıklı yazımda aktarmıştım.

Yerleşik içtihata aykırı bu kararın, Yüksek Yargıda bir içtihat değişikliği niteliğinde olup olmadığına sadece bu karara bakarak karar vermek güçtür. Oy çokluğu ile verilmiş bu kararın, henüz karar düzeltme aşamasından geçmediği anlaşılmaktadır.

Ancak doktrinde çok tartışılacağına inandığımız bu kararın içtihat değişikliği niteliğinde olması ve hatta inceleme raporlarına da sirayet etmesi halinde, mükellefl erin savunma haklarına önemli kısıtlama geleceği, uzlaşma yoluna mı yargı yoluna mı gidecekleri yolunda karar verilmesinin de bu gibi durumlarda zorlaşacağı açıktır.

Dr. Bümin Doğrusöz

Kaynak: http://www.dunya.com/yorum-yolu-ile-tebligat-161894yy.htm

Devamını Oku…

İşletmelerde Ücret Politikası ve Ayni Ödemelerin Önemi

İşletmelerde ücret politikalarının belirlenmesi ve uygulanması, işletme yöneticileri için en önemli görevlerden biridir. Çalışanları işe ve işletmeye bağlayacak faktörlerin başında ücret yönetimi gelir. Küçük işletmelerde ücret yönetimi, işletme sahip ya da sahiplerince yürütülür. Ortaklar çalışanlarla çoğu zaman yakın temas halindedir. Orta ve büyük ölçekli işletmelerde personel veya insan kaynakları departmanı bu görevi yapmaktadır. Çalışma hayatına ilişkin en önemli meselelerden biri çalışanlara verilecek ücrettir. Özellikle ekonomik kriz zamanlarda ücret düzeyinin tespiti, işletmenin varlığını sürdürmesi ve çalışanların geçimlerine yetecek ücret almaları bakımından hayati önem taşır. Durumun iyi analiz edilmesi ve dengelerin sağlanması gerekir. Bu amaçla birtakım ölçüler kriterler belirlenmiştir.

Ücret düzeyinin tespitinde farklı uygulamalar olmaması için kullanılan kriterler iş analizi, iş tanımlan, iş şartnameleri hazırlanmasıyla başlar, iş ve personel değerlemesiyle son bulur. Ayrıca çalışanların kıdem durumu, işin güçlüğü, iş yeri şartları ve işin sosyal görünümü gibi faktörler göz önüne alınarak ücret düzeyi tespit edilmektedir. Ücret politikasının amacı, işletme içinde ödenecek ücret düzeyini saptamak, ücret yapısını oluşturmak ve bu verileri kullanarak çalışanlara emeğinin karşılığı olarak ödenecek ücreti belirlemektedir. Bunun birinci nedeni, ücretin ekonomik ve sosyal etkilerinin bulunmasıdır. Ücretler emeğin karşılığı olarak çalışanın gelirini ve yaşam düzeyini tayin edici unsur olmasıdır. Aynı zamanda ücret, üretim faktörü girdisi olarak bir maliyet unsuru olduğundan endüstrinin gelişmesine etki eden faktörlerdendir. İşletmeler sınırlı kaynakları ile çalışanlara tatmin edici ücret ödemek, işletmesinin varlığını sürdürmesini ve büyümesini sağlamak ister. Sınırlı kaynaklarla çalışanına en yüksek tatmini sağlayacak ücreti ödemeye çalışır. Kendisine vergi yükü getirmeyen ücret unsurlarını da göz önünde tutar. Bilindiği gibi ücretin ana unsuru çalışanla iş veren arasında yapılan iş sözleşmesine göre belirlenen esas ücrettir ve nakden ödenir. Bunun yanında bazı nakdi ve ayni diğer ödemelerde mevcuttur. Bu gün yazımızda başlıca ek ayni ödemelere kısaca değindikten sonra çalışana araç tahsisi ve vergilemesi üzerinde duracağız.

Ayni ödemeler

İşletmelerce çalışanlara belirlenen ana ücretlerine (çıplak ücret) ilave olarak ayni ek ödemelerde bulunmalarının nedenleri vergi ve sigorta primi ödemesine neden olmayan, kanunlarla belirlenmiş istisnalar; toplumun gelenekleri; çalışanların motivasyonunu ve işletmeye bağlılıklarını sağlamaktır. Ayni menfaatler gelir ve kurumlar vergisi mükelleflerince, Gelir Vergisi Kanunu’nun 40’ıncı maddesi uyarınca işletme gideri olarak kabul edilmektedir. Bunların başlıcaları; işyerinde veya müştemilatında personele yemek-yatacak yer sağlanması, tedavi ve ilaç yardımı, iş kıyafetleri verilmesi, bireysel emeklilik katkısı. Doğrudan işletme gideri sayılmamakla beraber GVK’nın 61’inci maddesi uyarınca kısmen veya tamamen vergiden müstesna ayni ücret ödemeleri de söz konusu olabilir. Bunlar yemek yardımı (GVK 23/8 deki şartlarla vergiden istisnadır.), konut yardımı (GVK23/9 deki şartları taşıyanlar vergisizdir),- taşıt –servis yardımı, personel, eş ve çocuklarına şahıs sigortası(belli sınırlar içinde)yaptırılması ile personele araç tahsisi olarak sayılabilir.

Personele araç tahsisi

İşletmelerde üst düzey personele ve özel uzmanlık sahibi çalışanlara binek otosu verilmesi son 15-20 yılda yaygınlaşan bir uygulama haline gelmiştir. Büyük işletmelerin önemli bir kısmı yönetim kurulu, genel müdür, genel müdür yardımcısı gibi üst düzey yöneticileri ile işlerin başarı ile yürütülmesi için özel bilgi ve tecrübeye sahip uzman kişilere binek otosu tahsis etmektedirler. Bu yolla bu kişilerin merkez iş yerine ve şubelere daha kolay ulaşmaları hedefl enmektedir. Ayrıca, bu yolla işletmenin başarısında önemli rol oynayan kıymetli elemanların motivasyonu ve işletmeye bağlılığı da sağlanmaya çalışılmaktadır.
İşletme personeline işletmenin aktifinde yer alan aracı verebileceği gibi araç kiralamak suretiyle yada personelin sahip olduğu otomobili kira sözleşmesi ile kiralayıp şirket işlerinde kullana bilir, bu personele de kullandırabilir. Bu durumlarda binek otosu ile ilgili vergileme farklı olabilir. Aşağıdaki düzenlemelere göre işlem yapılacaktır.

İlgili vergi düzenlemeleri ve vergileme

Araç giderlerinin gider yazılma durumu 5520 Sayılı Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 6’ncı maddesinde, kurumlar vergisinin, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanacağı, safi kurum kazancının tespitinde GVK’nın ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş olup safi kurum kazancının tespitinde Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 8’inci maddesi ile GVK’nın 40’ıncı maddesinde yer alan giderler hasılattan indirim konusu yapılmaktadır. Gelir vergisi mükelleflerince göz önünde tutulan GVK’nın 40’ıncı maddesinin birinci fıkrasının:

- (1) numaralı bendinde, ticari kazancın elde edilmesi ve idame ettirilmesi için yapılan genel giderlerin ,
- (5) numaralı bendinde, kiralama yoluyla edinilen veya işletmeye dahil olan ve işte kullanılan taşıtların giderlerinin,
- (7) numaralı bendinde ise, Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre ayrılan amortismanların safi ticari kazancın tespitinde gider olarak indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Yukarıdaki hükümlere göre işletme aktifine kayıtlı olan taşıtlarla kiralanarak personele tahsisi edilen taşıtların giderleri ve amortismanları gider yazılabilecektir.
Araç tahsisi ile personele ek ücret sağlanmakta mıdır? Ücretin tanımının yapıldığı GVK’nın 61’inci maddesinde; ücretin işverene tabi ve belirli bir işyerine bağlı olarak çalışanlara hizmet karşılığı verilen para ve ayınlar ile sağlanan ve para ile temsil edilebilen menfaatler olduğu; ücretin ödenek, tazminat, kasa tazminatı (mali sorumluluk tazminatı), tahsisat, zam, avans, aidat, huzur hakkı, prim, ikramiye, gider karşılığı veya başka adlar altında ödenmiş olması veya bir ortaklık münasebet niteliğinde olmamak şartı ile kazancın belli bir yüzdesi şeklinde tayin edilmiş bulunmasının onun mahiyetini değiştirmeyeceği; yönetim ve denetim kurulları başkanı ve üyeleriyle tasfiye memurlarına bu sıfatları dolayısıyla ödenen veya sağlanan para ayın ve menfaatlerin ücret olarak kabul edileceği belirtilmiştir. Hizmet erbabının toplu olarak işyerlerine gidip gelmelerini sağlamak maksadıyla işverenler tarafından yapılan taşıma giderlerinin gelir vergisinden istisna tutulacağı hükme bağlanmıştır (GVK 23/10).

Ancak personele araç tahsisi bu kapsamda görülmemektedir. Üst düzey yöneticilere verilen taşıtların giderlerinin gider yazılması kabul edilmekle beraber bu kişilerin evden işe geliş ve işten eve dönüşleri ile hafta sonu ve bayram tatillerine isabet eden giderlerin bu kişilere sağlanmış menfaat sayılarak-ücret sayılarak vergilenmesi söz konusu olmaktadır. Maliye Bakanlığı’nca konuya ilişkin olarak verilen özelgelerde ki görüşü, şirket personelinin işyerine geliş gidişlerini kolaylaştırmak maksadıyla toplu taşıma dışında tahsis edilen araçlar ile yönetim kurulu üyelerine bu sıfatları dolayısıyla tahsis edilen araçların, işle ilgili olarak kullanılmadıkları (işe geliş- işten dönüş, hafta sonu tatili, bayram tatili vb.) dönemlere ilişkin giderlerden şirket tarafından karşılanan kısmının net ücret olarak değerlendirilmesi ve bu ödemelerin GVK’nın 94’üncü maddesinin (1) numaralı bendine istinaden tevkifata tabi tutuldukları brüt tutarlarının aynı kanunun 40’ıncı maddesinin (1) numaralı bendi kapsamında kurum kazancının tespitinde indirim konusu yapılması mümkün bulunmaktadır. Şeklindedir.

Genellikle yüksek ücret geliri elde eden üst düzey yöneticilere tahsisi edilen araçların Pazar günleri ve bayram tatilleri ile işe gidiş–gelişlerine ilişkin giderlerini ücret sayarak vergilendirmek yukarıda belirtilen düzenlemelere göre mümkündür denilebilir. Ancak işletme faaliyetlerinin yürütülmesinde, büyüyüp gelişmesi ve rekabet gücü kazanmasında en önemli faktör olan bu kişilere araç temini nedeniyle vergilemek kanaatimizce doğru değildir .İşletmenin her türlü riskini dikkate almak durumunda olan ve şirketin temsilcisi de olan bu kişilerin araç giderlerinin işle ilgili olan olmayan gibi ayrılması güçtür. Geçmişte, zati ve ailevi ihtiyaçlar için de kullanılan binek otolara ilişkin giderlerin ve amortismanların yarısının gider yazılamayacağı hüküm altına alınmıştı. Daha sonra yapılan değişikliler sırasında GVK’nın 40’ıncı maddesindeki bu sınırlama kaldırılmıştır. Personelin aracının şirketçe kiralanması halinde ortaya çıkacak vergileme konuları ve diğer hususlara gelecek yazılarımızda yer vermeye çalışacağız.

Arif Akarca/Dr. Mehmet Şafak

Devamını Oku…

Faaliyet Var, Düzenleme Yok!

Bugün Cumhuriyet Bayramı… Bir ülkenin doğumunu kutladığımız çok önemli bir gün... Geleceğe umutla baktığımız; daha demokratik, daha özgür günleri görme dileğiyle Cumhuriyet Bayramı hepimize kutlu olsun. 

Ticari ve iktisadi hayat çok hızlı bir gelişim ve değişim gösteriyor. Vergi mevzuatı da bu düzenlemeleri kavramaya çalışıyor. Gelir İdaresi, yeni ticari ve iktisadi gelişmeleri vergilendirmek için düzenlemeler yapmaya çalışıyor. Ancak, Gelir İdaresi belki de her zaman hızlı davranamıyor. Belki de koca bir yılın seçimlere feda edilmesi bürokrasiyi yavaşlattı.
Gelir İdaresi’nin düzenleme veya açıklama yapmakta geciktiği bir konuyu paylaşayım sizlerle.

Yatırım fonları 

Ülkemizde “gayrimenkul yatırım fonları” kurulmaya başlandı. Ancak, bu fonlardan elde edilecek gelirlerin ne şekilde vergilendirileceği konusu büyük bir bilinmez. 6362 sayılı yeni Sermaye Piyasası Kanunu ile ülkemizde gayrimenkul yatırım fonları ilk defa hukuki altyapıya kavuşturuldu. 

1 Temmuz 2014 tarihinde yürürlüğe giren Gayrimenkul Yatırım Fonlarına İlişkin Esaslar Tebliği ile de bu fonların kurulmasına, faaliyetlerine, nitelikli yatırımcılara satışına ilişkin esaslar ayrıntılı olarak düzenlenmişti. Yurtdışında sıklıkla görülen ve daha çok kurumsal yerli ve küresel yatırımcılara yönelik kurulan bu tür fonlar, gayrimenkullerin menkul kıymetleştirilmesine imkân sağlayan, büyük ölçekli gayrimenkullere likidite kazandıran, yatırımcıları ve gayrimenkul sahiplerini buluşturan sermaye piyasası kurumları. 

Fonlar kurulmaya başlandı, yakında işlem yapmaya başlayacaklar. Bu fonlar ile ekonomik büyümemizin lokomotifi olan gayrimenkul sektöründeki büyümenin kalıcı hale getirilmesi amaçlanıyor. Bunu başarabilmek için de yurtdışı yatırımcıların bu fonlara yatırım yapması gerekiyor.

Netlik yok! 

Bunun için de yatırım yapacak kişilerin vergilendirilmesi konusunun netleştirilmesi gerekiyor. Şu an için böyle bir netlik yok. Netleştirmek için yapılan herhangi bir çalışma da yok.Gelir Vergisi Kanunu’nun geçici 67. maddesi, yatırım fonlarının vergilendirilmesinde çeşitli avantajlar sağlamaktadır. Ancak, bu maddenin gayrimenkul yatırım fonları açısından geçerli olup olmadığı belirsiz. Bu çerçevede; gayrimenkul yatırım fonlarından elde edilecek gelirlerin (kâr paylarının ve satış kazançlarının) vergilendirilmesi hususunun, gelir elde edenlerin hukuki niteliklerini göz önünde bulundurmak suretiyle netleştirilmesine acilen ihtiyaç var.
Bu ihtiyaç giderilmezse, yatırımcılar için sonradan vergi sürprizleri oluşabilir. Bu fonlardan beklenen amaç gerçekleşmeyebilir.

İğneada’da nükleer santral!

Enerji Bakanı Ali Rıza Alaboyun’un, Türkiye’de üçüncü nükleer santralın Kırklareli’nin biyolojik çeşitliliğiyle tüm dünyanın ilgisini çeken İğneada beldesine yapılmasının planlandığını açıklaması doğa savunucularını ayağa kaldırırken biz doğa severleri de oldukça üzdü. Doğa savunucuları, İğneada Longoz Ormanları’nda yapılması planlanan nüklee- rin; toprak yollara, heybetli ağaçlara, kuş seslerine, yer yer su birikintilerine ve yeşil çayırlara zarar vereceğini bildiriyor. Nükleer santralla sadece buradaki canlı yaşamının değil, İstanbul’un da büyük bir risk altına gireceği her aşamada dile getiriliyor. 

Türkiye’de bulunan 453 kuş çeşitliliğinden 258’ini, 670 çeşit bitkiyi, 668 çeşit özel yabani hayvan türünü, 61 tür memeliyi, 28 tür tatlı su balığını, 311 tür böceği, 25 tür sürüngeni içerisinde barındıran longoz ormanları, Türkiye’nin çok kıymetli alanlarından bir tanesidir. Yakmak için odun dahi alınmayan, milli park statüsüne sahip longoz ormanlarını yok etmek yerine, yenilenebilir enerji kaynaklarını tercih ederek daha yaşanabilir bir dünyayı her zaman desteklememiz gerekiyor!

SOSYAL GÜVENLİK 

Takım Sözleşmesi’nde neler önemli?

Bazen, bir işçinin tek başına değil de bir grup olarak belli bir işi yapması gerekliliği ortaya çıkabilmektedir. İşte, bu tür durumlar için İş Kanunumuzda Takım Sözleşmesi düzenlenmiştir. Birden çok işçinin meydana getirdiği bir takımı temsilen bu işçilerden birinin, takım kılavuzu sıfatıyla işverenle yaptığı sözleşmeye Takım Sözleşmesi denilmektedir.

Takım Sözleşmesi’nde, bir işverenin her bir işçi ile ayrı ayrı sözleşme yapması yerine, bir işin yapılması için takımdaki tüm işçileri kapsayacak şekilde takımı temsil eden takım kılavuzu ile sözleşme yapması ve ayrıca her bir işçinin de bu sözleşmeyi ayrı ayrı imzalayarak işin yürütülme şartlarının belirlenmesine olanak sağlanmaktadır. 

Takım Sözleşmesi’nin mutlaka yazılı yapılması gerekmektedir. Ayrıca Takım Sözleşmesi’nde her işçinin kimliği ve alacağı ücretin de mutlaka ayrı ayrı gösterilmesi gereklidir. Özellikle takım kılavuzunda işçiler, hak ettikleri ücret ve diğer hak edişlerini takım kılavuzundan değil, işverenden talep ederler.

Yahya Arıkan

Devamını Oku…

28 Ekim 2015 Çarşamba

Belge Oyunu

Tüketiciden para kazanmanın pek çok yolunu geliştiren bankalar, şimdi de dava açanlara dadandı. Davadan kurtulmak için vatandaşa bir miktar para teklif edip ardından ibraname imzalatılıyor.

Tüketiciden para kazanmak için her formülü deneyen bankalar, şimdi de açılan davalardan kurtulmak için türlü yollar üretmeye başladı. Dosya masrafı, kart aidatı, hesap işletim ücreti gibi birçok konuda tüketiciler tarafından dava edilen bankalar, cin fikirli uygulamaları ile ödeyecekleri tazminatlardan kurtulmanın peşinde. Tüketiciden kestikleri paraları geri ödemek istemeyen bankalar, davalık oldukları tüketiciyi ziyaret edip, iyi niyet göstergesi olarak avans teklif ediyor. Fakat avansı alanlara, bu işlem sırasında imzalattıkları bir belge, işleri değiştirebiliyor. Bankaların ince planını Tüketici Sorunları Derneği Başkanı Aydın Ağaoğlu, Ahaber'e anlattı. Aydın Ağaoğlu, şunları kaydetti: "Bankalar davalık olduğu tüketicileri arayarak bir teklif sunuyor. İyi niyet göstergesi olarak avans ödemek istediğini söylüyor. Bin 400 lira alacağı olan tüketiciye, ön ödeme olarak 250 liralık ödeme yapıyor. Bunu yaparken tüketiciye bir belge imzalatmak istiyorlar. Bu belge bir ibraname. Böylece artık tüketicinin bankadan hiçbir alacağı kalmıyor."

Devamını Oku…

GSS Prim Borcu Olanlar İçin Son Günler

SGK'ya GSS prim borcu olanlar 2 Kasım'a kadar başvuruda bulunarak borçlarını taksitle ödeyebilirler. Yoksa SGK, prim borcu için icra yoluna başvurabilir.  

Gelir testi uygulamasının sağlıklı işlememesi nedeniyle 11 Eylül 2014 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 6552 sayılı kanun (Torba Yasa) ile gelir testi yaptırmayanlara ve GSS prim borcu olanlara ikinci bir şans ve af imkânı getirilmişti.


Buna göre, eğer hiç ge­lir tes­ti yaptırılmamışsa ve bu se­bep­le borç ortaya çıkmışsa, 31 Mart 2015 tarihine kadar yerleşim yerinin bulunduğu yerdeki sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakfına başvurularak ge­lir tes­ti­ yaptırılması gerekiyordu. Ancak bu süre uzatıldı ve 30 Eylül olarak belirlendi.


30 Eylül'e kadar birçok kişi gelir testi yaptırdı. Ancak bunun yanında gelir testi yaptırmayan veya önceden GSS prim borcu olan milyonlarca kişi var. İşte bu kişilerin 2 Kasım'a kadar SGK'ya başvurması gerekiyor. Böylece borçlarını yapılandırıp taksitle ödeyebilecekler. 


Kafalar Karışık


GSS prim borcu olanlar için başvurup taksitle ödeme imkânı getirildi ancak siyasilerin seçim vaatleri kafaları iyice karıştırdı. Öyle ki Başbakan Davutoğlu dahil hemen hemen tüm siyasiler gelir testinden doğan prim borçlarının silineceğini söylüyorlar meydanlarda.


Durum böyle olunca da vatandaşlar prim borçlarını ödeyip ödememekte kararsız. Tabii borcu ödeyip (daha önceden de olduğu gibi) enayi durumuna düşmek de var. Bunun yanında belki de sözler tutulmayacak ve ödenmeyen borçlar için icra yazısı gönderilecek.

Borç 18 taksitte ödenebilir


GSS prim borçlarının, ikişer aylık süreler itibariyle 6, 9, 12 veya 18 eşit taksitte ödenmesi mümkün. Yani borçlular borçlarını en fazla 36 aylık bir süre içinde ödeyebilecekler.


Burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta ise bir takvim yılı içinde ikiden fazla taksit süresinde ödenmezse veya eksik ödenirse yapılandırma hakkı kaybedilecek ve prim borçları eski haline dönecek. Bu sebeple taksitlerin aksatılmaması çok önemli.

GSS Borcunuz Varsa İcra Gelebilir


Bildiğiniz gibi 1 Ekim 2015 Perşembe tarihli Resmi Gazete’de bir bakanlar kurulu Kararı yayımlandı ve GSS prim borcu olan kişilerin yıl sonuna kadar devlet hastanelerinden sağlık hizmeti almaları imkanı getirildi.


Aslında çok da doğru bir karar verildi. Çünkü sağlık hakkı anayasal bir hak ve bir kişinin borcu olduğu için bu haktan mahrum bırakılması zaten anayasaya aykırıydı. Bu sebeple GSS'nin mantığında büyük bir sorun vardı.


Ancak çıkartılan bu bakanlar kurulu kararı, her ne kadar GSS borçlularına yıl sonuna kadar hastane kapılarını açsa da prim borcunun takip edilmeyeceği anlamına gelmiyor. Yani ödenmemiş prim borçlarınızı ödemezseniz veya taksitlendirmezseniz SGK icra yoluya bu primleri faiziyle tahsil edecektir. Bu sebeple 1 Kasım seçimleri sonrasında GSS borçları tekrar gündeme gelecek gibi görünüyor.

EMEKLİYE PRİM ORANI %10


Soru: Mehmet Bey, ben bu yıl başında memuriyetten emekli oldum. Aldığım emekli ikramiyesiyle bir dükkân açmayı düşünüyorum. Bu durumda kendim için tekrar SGK'ya prim ödemem gerekiyor mu? (Cemil D.)


Cevap: Cemil Bey, emekli olduktan sonra bir iş kurarsanız veya şirket ortağı olursanız SGK emekli maaşınızdan sosyal güvenlik destek primi (SGDP) kesiyor. Şu an itibariyle bu şekilde kesilen SGDP oranı %10. Yani almış olduğunuz emekli maaşınızı %10 eksik alacaksınız. Örneğin 1.000 TL emekli maaşınız varsa 100 TL'si prim olarak kesilecek.


Sosyal güvenlik destek priminden anlaşılması gereken kısacası şu: Emekli olup girişimci olursanız devlet size ceza kesecek. Dolayısıyla devlet emekli bir kişinin girişimde bulunmasını, istihdam yaratmasını, işçi çalıştırmasını, işçilerin bu yolla evine ekmek götürmesini istemiyor. Eğer bunu yaparsanız ceza olarak girişimcinin emekli maaşından prim kesiyor.


Mehmet Bulut

Kaynak: http://www.meydangazetesi.com.tr/gss-prim-borcu-olanlar-icin-son-gunler-makale,1731.html

Devamını Oku…

GYO mu, GFY mi?

Başlıktan tasarruf ettim ama kısaltmalardan hoşlanmayan okuyucularımız için uzun versiyonunu da yazayım: Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı (GYO) mı, yoksa Gayrimenkul Yatırım Fonu (GYF) mu? Tabii ki en önemli meselemiz bu değil ama elimizde tüm dünya piyasalarında tanınan, evrensel özellikler taşıyan bu iki enstrüman ve hepimizin yıllardır tekrarladığı gibi ulusal/ uluslararası yatırımcılar için ülkemizin sunduğu önemli gayrimenkul potansiyeli dururken bu iki enstrümanı çok teknik detaylara girmeden karşılaştırmanın yararlı olacağını düşünüyorum. Özellikle de GYO’lara kıyasla çok az tanınan GYF’ler için…

GYO ve GYF gayrimenkule dayalı sermaye piyasası aracı niteliğinde iki yakın akrabadır. birbirlerine çok benzerler . GYO’lar III-48.1, GYF’ler ise III-52.3 sayılı tebliğlerle SPK tarafından düzenlenmişlerdir. Görece GYF düzenlemesi çok yenidir. Tebliğ Temmuz 2014’te yürürlüğe girmek üzere 3 Ocak 2014 tarihinde yayımlanmıştır. Halihazırda 31 adet GYO bulunmakta iken henüz kurulmuş bir GYF yoktur. Bu iki enstrümanın akrabalığının nedeni sadece “hamilerinin” SPK olması değildir. Her ikisi de esas olarak gayrimenkule, gayrimenkule dayalı haklara yatırım yapan enstrümanlardır. Her iki enstrüman da Kurumlar Vergisi mükellefidir ancak kazançları Kurumlar Vergisinden istisnadır. Kâr dağıtımına bağlı vergilendirmede de –mevcut mevzuat hükümleri çerçevesinde- %0 oranında tevkifata tabidirler.

Temel farklılıklar

Hukuki olarak bu iki sermaye piyasası kurumunun en temel farkı GYO’ların halka açık anonim şirket statüsünde olmalarına karşılık GYF’lerin nitelikli yatırımcılardan katılma payları karşılığında toplanmış paralarla, pay sahipleri hesabına inançlı mülkiyet esaslarına göre SPK tarafından yapılan düzenlemeler çerçevesinde portföy yönetim şirketleri ya da gayrimenkul portföy yönetim şirketleri tarafından kurulan malvarlığı olmasıdır. Yani GYF’ler Türk Ticaret Kanunu kapsamında kurulmuş birer “şirket” değillerdir. Bu anlamda öteden beri alışık olduğumuz ve tanıdığımız “menkul kıymet yatırım fonları” na benzer ancak gayrimenkul üzerine tesis edilmiş mal varlıklarıdır.

Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi GYF’ler “şirket” olmadıklarından “kural olarak” tüzel kişilikleri de yoktur. Bunun iki istisnası, GYF adına gayrimenkullerin “tapuda tescili” ve “vergi mükellefiyeti”dir. Yani GYF adına tapuda gayrimenkul tescili yapılırken ve vergi mükellefiyeti açılırken GYF’ler “tüzel kişi” olarak dikkate alınırlar. GYO’lar kendi gayrimenkul portföylerini kendileri yönetebilirken, yani bir anlamda “portföy yönetim” faaliyetini kendileri yapabilirken, GYF’ler bir malvarlığı olduğundan bir kurucu/yöneticiye ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple GYF’ler ancak SPK’dan lisans almış bir portföy ya da gayrimenkul portföy yönetim şirketi tarafından kurulup yönetilebilirler. Aslında bu özellik yani, “yatırım” platformu ile “yönetim” platformunun ayrılması uluslarararası pazarlarda belli tipte yatırımcıların fonları tercih etmelerinin ana sebebidir. GYF’ler bir “şirket” olmadıklarından mesela GYO’lar için kullandığımız “gayrimenkulleri ayni sermaye koyma”,”- mevcut bir şirketi GYO’ya dönüştürme”,” bir şirket ile birleşme” gibi alternatifleri kullanabilme olanağı yoktur. Başka bir ifade ile GYF, ancak ve sadece, topladığı fonlarla bir gayrimenkulü “satın alabilir”. Başka bir şirket ya da şahıs üzerindeki gayrimenkulün bir GYF’ye transfer edilebilmesinin tek yolu bu gayrimenkulü GYF’ye satmaktır.

Yukarıdaki özelliğin devamı olarak GYF’lerin sadece yapı kullanma izni alınmış ve kat mülkiyeti tesis edilmiş gayrimenkullere yatırım yapabileceğini, başka bir ifade ile “geliştirme” projesi yürütemeyeceğini de hüküm altına alıyor ilgili mevzuat. Bu çerçevede bakınca GYO ile GYF’nin bir başka önemli farkı olarak da “geliştirme” işinin sadece GYO’larca yapılabileceği sonucuna varıyoruz. ( SPK tarafından yayınlanan değişikliğe ilişkin GYF Tebliğ Taslağında sadece Türkiye’de yerleşik olmayanların yatırım yapabileceği GYF’ler için “geliştirme” imkanı getirilebileceği yer alıyor olsa da yürürlükteki Tebliğde bu özellik bulunmamaktadır.)

GYF’lerin GYO’ların aksine yurt dışındaki gayrimenkullere yatırım yapamayacağı da bir başka önemli farklılık olarak karşımıza çıkıyor.

Öte yandan, karşılaştırmada dikkate almak için GYO’ların en az %25 hissesini Borsa İstanbul’da halka arz etme zorunluluğunun GYF’ler için söz konusu olmadığını, GYF katılma paylarının nitelikli yatırımcılara satılmasının yeterli olduğunu; GYF’lerin sadece nitelikli yatırımcılarla işlem yapabilecek olmaları nedeniyle SPK tarafından halka açık şirket statüsünde olan GYO’lar kadar sıkı bir yükümlülük ve düzenlemeye tabi olmadıklarını da belirtmekte yarar var diye düşünüyorum. Yukarıda çok temel özellik ve farklılıkları ile kısaca özetlemeye çalıştığım, sektör için çok önemli ve değerli olan bu iki enstrümandan hangisinin kullanılması gerektiğine temel olarak;

• İlgili gayrimenkulün/projenin niteliğine,
• Yatırımcılarının türüne,
• Yatırım niteliğine ve süresine,
• Bu enstrümanlarda değerlendirilmesi düşünülen gayrimenkullerin/ projelerin mevcut durumlarına,
• Yatırımcıların, geliştiricilerin, satıcıların vergi pozisyonlarına

Bakarak karar verilmesi en doğrusu olacağından başlıkta sorduğum sorunun cevabı her bir değişkene göre farklılık gösterecektir. Ancak hangisi seçilirse /uygun olursa olsun; her iki enstrümanın da ülkemiz sermaye piyasalarının, özellikle de gayrimenkul özelinde gelişmesine, değer kazanmasına; sektörün kurumsallaşmasına ve şeffaflaşmasına imkan sağlayacak; uluslararası piyasalarda tanınan ve bilinen enstrümanlar olduğundan çok değerli ve önemli olduklarını ve başarılı olması için hep birlikte çaba harcamamız gerektiğini unutmamalıyız.

Devamını Oku…

27 Ekim 2015 Salı

Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik

27 Ekim 2015 SALI

Resmî Gazete

Sayı : 29515

YÖNETMELİK

Gümrük ve Ticaret Bakanlığından:

ANONİM ŞİRKETLERİN GENEL KURUL TOPLANTILARININ USUL VE
ESASLARI İLE BU TOPLANTILARDA BULUNACAK GÜMRÜK VE
TİCARET BAKANLIĞI TEMSİLCİLERİ HAKKINDA
YÖNETMELİKTE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA
DAİR YÖNETMELİK

MADDE 1 – 28/11/2012 tarihli ve 28481 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Anonim Şirketlerin Genel Kurul Toplantılarının Usul ve Esasları ile Bu Toplantılarda Bulunacak Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Temsilcileri Hakkında Yönetmeliğin 14 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.

“(3) Belirlenen toplantı başkanı öncelikle toplantıya katılım hakkı veren belgelerin mevzuata uygunluğunun yönetim organınca kontrol edilip edilmediğini tespit ederek, hazır bulunanlar listesini imzalar.”

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ile üçüncü fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

“b) Üçüncü fıkrada öngörülen sınavlarda başarılı olmak.”

“(3) Temsilci olarak görevlendirilecek personele, içeriği Bakanlıkça belirlenen eğitim verilir ve bu eğitimin sonunda Bakanlıkça yazılı ve sözlü sınav yapılır. Temsilci olarak görevlendirilen personelin yeterliliğinin sürdürülebilmesi amacıyla, Bakanlıkça belirli sürelerde yeterliliğin korunması eğitimleri verilebilir, yazılı ve/veya sözlü sınavlar yapılabilir. Bu sınavlarda başarısız olanlar, Bakanlık temsilcisi olarak görevlendirilemez. 

Temsilcilik ve temsilcilik yeterliliğinin sürdürülebilmesi amacıyla yapılacak sınavlarda üst üste üç defa başarısız olanlar ise daha sonra bu amaçla yapılacak hiçbir sınava katılamaz. Bakanlık temsilcileri bu sınavlarda başarılı olanlar arasından görevlendirilir. Bakanlık temsilcisi olarak görevlendirilecek kişilerin belirlenmesi için yapılacak sınavlara ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça belirlenir.”

MADDE 3 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 4 – Bu Yönetmelik hükümlerini Gümrük ve Ticaret Bakanı yürütür.

Devamını Oku…

Memura Zam

Fazla mesai ücretleri ve yurt içindeki gündelik harcırahlar 2016'da zamlı olacak. Böylece memurların ek geliri artacak...

Devlet memurlarının saatlik fazla mesai ücretlerine zam yapıldı. Memurlar 1 saatlik fazla mesai için gelecek yıl 1.73 lira ücret alacak. Devlet memurlarının ve kamu görevlilerinin yurt içindeki günlük harcırahları da yüzde 6.8 artacak. Kadro derecesine göre memurların günlük harcırahları 34.5 lira ile 46 lira arasında değişecek. TBMM'ye sunulan 2016 bütçesiyle, gelecek yıl memurlara ödenecek fazla mesai ücreti ve günlük harcırahlar da belli oldu. Memurlara fazla çalışma karşılığında saat başına yapılacak ödeme yüzde 6.1 artışla 1.63 liradan 1.73 liraya çıkacak. Bakanlıkların özel kalem müdürlüklerinde çalışan personele ayda 90 saati geçmemek üzere saat başına yapılacak ödeme 1.71 liradan 1.82 liraya yükseltilecek. Ayda 450 saati geçmemek üzere bakanlıklardaki kurul başkanları, genel müdür ve daha üst birim yöneticileri, vali, general ve amiraller, rektör, büyükşehir ve il belediye başkanlarının saatlik fazla çalışma ücreti 1.82 lira olacak.

GÜNLÜK 46 LİRA

Söz konusu makam ve unvandaki kişilerin yanında çalışan personele de aynı rakam üzerinden ayda 90 saate kadar fazla mesai ödenecek. Derecesine göre memurun günlük harcırahı 34.5 lira ile 46 lira arasında değişecek.

Kaynak: http://www.takvim.com.tr/Ekonomi/2015/10/27/memura-zam

Devamını Oku…

Emekliye Vergi Yok

200 metrekareyi geçmeyen tek evi olan emekliler, dullar, yetimler, ev hanımları, işsizler ve gaziler dikkat! Emlak vergisinden muafsınız. Eğer ödemişseniz, son 5 yıllık dönemi geri alabilirsiniz...

Emlak vergisinde başta emekliler olmak üzere pek çok kesime muafiyet tanınıyor. Ancak pek çok kişi haklarını tam bilmediği için ödemeye devam ediyor. Yeminli Mali Müşavir Ahmet Gündüz; emekliler, dullar, yetimler, ev hanımları, işsizler ve gazilerin eğer tek evleri varsa ve büyüklüğü 200 metrekareyi geçmiyorsa emlak vergisi ödemeyebileceğini belirterek, "Bu hak bilinmeyip ödenmişse de, son 5 yıllık dönemde yatırılan paralar geri alınabiliyor" dedi.

MUAF TUTULUYORLAR

2015 yılı emlak vergisi ikinci taksit ödemeleri Kasım ayı sonunda bitiyor. Ahmet Gündüz, mükelleflerin, gayrimenkulün bağlı bulunduğu belediyeye ödeme yapabildiğini, ödenmeyen vergiler için ise her ay yüzde 1.4 gecikme cezası verildiğini kaydetti. Birçok vatandaşın devletin kendilerine sunduğu olanaktan haberdar olmadığını anlatan Gündüz, "Emlak Vergisi Kanunu'na göre, tek bir evi olup, geliri olmayan kişiler, belirli şartları taşıyorlar ise emlak vergisinden muaftır" diye konuştu. Gündüz, gelirini sadece kanunla kurulan sosyal güvenlik kurumlarından alanların da kanun gereği vergiden muaf olduğunu ifade etti.

GAYRİMENKUL SATILMIŞSA...

Bunun dışında geliri olup da 2014 yılı itibariyle bu geliri 26 bin TL'yi aşmayanlar, kışlık evin yanında yazlık eve sahip olmayanlar, bir başka meskende hisse sahibi olmayanların da vergiden muaf olduğunu hatırlatan Gündüz, gayrimenkulün satıldığı yıla ait verginin satana, takip eden yılların vergisinin ise alana ait olduğunu, lakin satış işleminin yılın sonuna kadar belediyeye kaydettirilmesi gerektiğini belirtti.

DİLEKÇE ŞART

Ahmet Gündüz, vatandaşın olanaklardan habersiz olması, bazı belediyelerin bu konuda vatandaşı uyarmaması ya da vatandaşın dilekçe vermemesi sebebiyle hak mağduriyetleri yaşandığını söyleyerek, şöyle devam etti: "Ev hanımları, engelliler, gaziler, işsizler, dullar, yetimler ve emekliler emlak vergisinden muaf olabilir. Ancak bu kişiler meskenin bağlı bulunduğu belediyeye dilekçe müracaat etmelidir. Aksi halde bu olanaktan faydalanmak mümkün değildir."

NASIL GERİ ALINIR?

Ahmet Gündüz, emlak vergisinden muaf olan mükelleflerin, geçmişte fazladan ödedikleri emlak vergilerini de geri isteyebileceklerini vurguladı. Gündüz, şöyle konuştu: "Bu durumda olan emlak sahipleri, ilgili belediyeye muaf olduklarını yazılı bir dilekçe ile bildirmelidir. İade talepleri geriye dönük 5 yıl süre için yapılabilecektir. 2011 yılından bugüne kadar fazla ödenen vergiler iade edilir."

Devamını Oku…