29 Eylül 2017 Cuma

Kendiliğinden Uzayan Sözleşmelerde Damga Vergisi Hakkında

Bilindiği üzere Damga Vergisi özellik arz eden kısa bir metine sahip olmasına karşın, uygulama alanı oldukça geniş olan ve hayatımızın her safhasında ister kişiler olarak, isterse kurumlar olarak karşılaşabileceğimiz bir vergi türüdür
.
Son dönemlerde Maliye Bakanlığı öncülüğünde de yeni düzenlemelere gidilmiş suret vs. adlar adı altında mükerrer vergilendirmenin önüne geçilmesi yönünde vergide ki zorlayıcı şartlar günümüz gereklerine göre yorumlanmaya çalışılmıştır.

Şöyleki kanun metninin kısa ve öz olması yorumları da halen beraberinde getirmektedir. Dolayısı ile idare ile mükellefler ve/veya kişiler karşı karşıya gelebilmektedirler.

Öteden beri gelen ihtilaflı konulardan bir tanesi de Sözleşme içi hüküm bulunan ve kendiliğinden uzayan sözleşmelerde yeni dönemde oluşan mal ve hizmet ile sözleşmeye konu tutarlar üzerinden Damga Vergisi beyannamesi verilip verilmeyeceği konusu idi.

Doğal olarak İdare bu yönde gerçekleşen işlemlerde yeni dönem için Damga Vergisi’nin doğacağı ve tahakkuk ettirilerek ödeneceği yönünde talepte bulunmakta idi.

Damga vergisi genel olarak yazılı metinlere bağlı olarak düzenlenen akit ve sözleşmeler ile bazı değerli kâğıt ve beyannameler üzerinden alınan bir vergidir.

Mevcut sözleşmelerde tarafların sözleşme hükümlerinin, yeniden bir sözleşme düzenlenmeksizin hali hazırda düzenlenmiş bulunan sözleşmeye istinaden uzayacağı yönünde bir hüküm bulunması durumunda, yeni bir sözleşme ihdas edilmiş olmayacağından ayrıca bir Damga Vergisi beyanına gerek olmadığı yönünde kişi ve mükelleflerin talebi bulunmakta idi.

Konuya ilişkin olarak Danıştay Vergi Davaları Kurulu Damga Vergisine taraf olan kişi ve kurumlar lehine sayılabilecek bir karar vermiş bulunmaktadır.

Kurulun 2015/1054 Esas 2016/45 nolu kararında
“…………………………… sözleşmelerinin, sözleşmede yer alan hüküm gereğince süresinin kendiliğinden uzaması halinde damga vergisine tabi tutulamayacağı” beyan edilmiş bulunmaktadır.

Bu karara göre önceden düzenlenmiş bulunan kâğıdın altına veya arkasına bir boşluğa, bu kâğıdın hükümlerinin yenilenmesine, uzatılmasına, değiştirilmesine, devrine veya bozulmasına ilişkin şerh konulması, yeni bir sözleşme düzenlenmesi, tarafların aktif irade beyanında bulunması halinde bu kâğıdın damga vergisine tabi olacağı;

Ancak;

-Yeni dönem için yenileme veya yenilememe ihbarında bulunulmadığı,
-Süre uzatımı için yeni bir kâğıt düzenlenmediği,
-Mevcut sözleşmeye bir şerh düşülmediği veya mektup teatisi olmadığı,
-Tarafların pasif kalmak suretiyle sözleşmenin kendiliğinden uzaması halinde damga vergisi doğmayacağı beyan edilmiştir.


Tabi burada verilen karar münferit olmasına karşın kanunun özüne atıfta bulunmakla beraber, her sözleşmenin kendine özel hükümlerinin bulunabileceği de göz önüne alınmalıdır.

Dolayısı ile süresi kendiliğinden uzayabilecek sözleşmeler düzenlenirken kişi ve mükelleflerin yukarıda bahsedilen durumların sözleşme metinlerinin de bu karar hükümleri göz önünde bulundurularak özenle düzenlenmesinde kendi istifadeleri yönünde fayda bulunmaktadır.

Abdullah Gündoğmuş





Devamını Oku…

Çek Kullanan Şirketlerin Dikkatine!

Uygulamada satıcılara yapılan ödemelerde, gerek firma çeklerinin düzenlenmesinde gerekse müşteri çeklerinin ciro edilmesinde, işletme için hayati öneme sahip hatalar yapıldığı görülmektedir. Yapılan vergi incelemelerinde söz konusu hatalar tespit edilmekte, mükellefler müteselsil sorumluluk uygulamasına muhatap tutulmakta, indirim konusu yapılan KDV’ler reddedilmektedir.

Bu haftaki yazımızda, müteselsil sorumluluk uygulamasına muhatap tutulmamak ve olası bir vergi incelemesinde, indirim konusu yapılan KDV’nin ret edilmemesi için nelere dikkat edilmesi gerektiği konusuna kısaca değineceğiz.

ÖDEMENİN FİRMA ÇEKİ İLE YAPILMASI DURUMUNDA:
VERGİ KİMLİK NUMARASINI YAZIN!

1.Mal veya hizmet alınan işletmeye(satıcı) ödeme, firma çeki ile yapılacaksa düzenlenecek firma çekinin üzerine, adına çek düzenlenen firmanın vergi kimlik numarası mutlaka yazılmalı, ( Katma Değer Vergisi Genel Uygulama Tebliğinde böyle bir hüküm bulunmamasına rağmen, 84 Seri Numaralı KDV Genel Tebliği dayanak gösteriliyor.)
2. Düzenlenen firma çekinin fotokopisi mutlaka alınmalı ve iyi muhafaza edilmeli,
3. Düzenlenen firma çekinin satıcı firmaya tesliminde çeki teslim alan satıcıdan mutlaka imzalı tahsilat makbuzu alınmalı, tahsilat makbuzu eksiksiz doldurulmalı,
4. Düzenlenen firma çekinin satıcıya tesliminde satıcı adına çek çıkış bordrosu düzenlenmeli ve çeki teslim alan kişiye mutlaka imzalatılmalı,

ÖDEMENİN MÜŞTERİ ÇEKİ İLE YAPILMASI DURUMUNDA:
BEYAZ CİRO YAPMAYIN!

1.Mal veya hizmet alınan işletmeye ödeme müşteri çeki ile yapılacaksa, çekin arkası çevirip sadece kaşe imza yani beyaz ciro yapılmamalı,

TAM CİRO YAPIN!

1.Mal veya hizmet alınan işletmeye ödeme, müşteri çeki ile yapılacaksa söz konusu müşteri çeki aşağıdaki şekilde tam ciro yapılmalı,
(Müşteri çekinin arkası, aşağıdaki ibare yazılarak kaşe imza yapılmalı, noktalı yerler ise, çek kime ciro ediliyorsa o kişi yada işletmenin vergi kimlik numarası ve unvanı mutlaka yazılmalıdır. )

"İş bu çek bedelini..................
vergi numaralı........................
emrine ödeyiniz.".
Kaşe-İmza



2. Tam ciro yapılarak satıcı firmaya teslim edilen müşteri çekinin, tam ciro yapılmış haliyle arkalı önlü fotokopisi mutlaka alınmalı ve iyi muhafaza edilmeli,
3. Tam ciro yapılarak satıcı firmaya teslim edilen müşteri çeki için satıcıdan mutlaka imzalı tahsilat makbuzu alınmalı, tahsilat makbuzu eksiksiz doldurulmalı,
4. Tam ciro yapılmış müşteri çekinin satıcı firmaya tesliminde, satıcı adına çek çıkış bordrosu düzenlenmeli ve çeki teslim alan kişiye mutlaka imzalatılmalı.

Cumhur Çetin



Devamını Oku…

14 Eylül 2017 Perşembe

Konutunu 5 Yıl Geçtikten Sonra Satan Kimseler İçin Vergi Meselesi

Bilindiği üzere, 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu mük.80.maddesinde “değer artışı kazançları” tanımlanmıştır. Anılan madde hükmüne göre;
"Aşağıda yazılı mal ve hakların elden çıkarılmasından doğan kazançlar değer artışı kazançlarıdır.
...
6-İktisap şekli ne olursa olsun (ivazsız olarak iktisap edilenler hariç) 70.maddenin 1.fıkrasının (1), (2), (4) ve (7) numaralı bentlerinde yazılı mal (gerçek usulde vergiye tabi çiftçilerin zirai istihsalde kullandıkları gayrimenkuller dahil) ve hakların, iktisap tarihinden başlayarak 5 yıl içinde elden çıkarılmasından doğan kazançlar, kooperatiflerin ortaklarına bu sıfatları dolayısıyla tahsis ettikleri gayrimenkuller tahsis tarihinde ortak tarafından satın alınmış sayılır.
Bu maddede geçen "elden çıkarma" deyimi, yukarıda yazılı mal ve hakların satılması, bir ivaz karşılığında devir ve temliki, trampa edilmesi, takası, kamulaştırılması, devletleştirilmesi, ticaret şirketlerine sermaye olarak konulmasını ifade eder.
Bir takvim yılında elde edilen değer artışı kazancının, menkul kıymet ve diğer sermaye piyasası araçlarının elden çıkarılmasından sağlananlar hariç,  6.000 Yeni Türk Lirası (2011 takvim yılı gelirlerine uygulanmak üzere 8.000 TL) gelir vergisinden müstesnadır." (2016 yılı için 11.000 TL’dir.)
 
Değer artışı kazancı kapsamında değerlendirilen malların büyük çoğunluğunu gayrimenkuller oluşturmaktadır.

Gayrimenkullerde iktisap, Türk Medeni Kanunu’nun 705.maddesi uyarınca, tapuya tescille gerçekleşmektedir.

Kat karşılığı müteahhide veya kooperatiflere verilen arsa karşılığında alınan gayrimenkuller dahil, iktisap edilen gayrimenkullerin elden çıkarılması halinde, değer artışı kazancının tespiti yönünden iktisap tarihi olarak, gayrimenkulün tapuya tescil edildiği tarih esas alınmaktadır.

Ancak, gayrimenkulün tapuya tescil tarihinden önce sahibinin fiilen kullanımına bırakıldığı bazı özel hallerde iktisap tarihi olarak tapuya tescil tarihi yerine fiilen kullanıma bırakılma tarihine itibar edilmektedir. Maliye Bakanlığı'nın görüşü de bu yöndedir. 

Gayrimenkullerin miras yoluyla veya bağış gibi ivazsız bir şekilde iktisap edilmesi değer artışı kazancının konusuna girmemektedir. Bu çerçevede ivazsız olarak iktisap edilen gayrimenkulün üzerine, sahibi tarafından inşa edilen veya kat karşılığı olarak alınan gayrimenkullerin, daha sonradan elden çıkarılması halinde elde edilen gelir, değer artışı kazancı kapsamında değerlendirilmemektedir. Ancak konuya ilişkin olarak İzmir Vergi Dairesi Başkanlığı tarafından verilen 14.08.2012 tarih ve 762 sayılı özelgede, ivazsız intikal yoluyla iktisap edilen gayrimenkulün satışından elde edilen kazancın değer artış kazancı olarak vergilendirilmesinin söz konusu olmayacağı; ancak söz konusu gayrimenkulün satışının ticari bir organizasyon içerisinde yürütülmesi veya bu tür organizasyon içinde yürütülmemekle beraber aynı kişiye farklı tarihlerde veya farklı kişilere aynı tarihte satılması veya birbirini izleyen yıllarda satılması durumunda ise yapılan satışların devamlı olarak gayrimenkul alım-satım işiyle uğraşıldığına karine teşkil edeceği ve Gelir Vergisi Kanunu'nun 37.maddesi çerçevesinde ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Bir kısım Maliye Bakanlığı denetim elemanlarının da iştirak ettiği bu görüşe göre, miras yoluyla veya bağış gibi ivazsız intikalle edinilen arsaların kat karşılığı devri sonucunda iktisap edinilen taşınmazların satışı, ticari kazanç kapsamında vergiye tabi tutulmalıdır. Biz bu görüşe katılmıyoruz. Zira Gelir Vergisi Kanunu ivazsız iktisap yoluyla edinilen gayrimenkullerin elden çıkarılmasını olayın özü itibariyle gelir vergisine tabi tutmamıştır( Bkz. TÜRKMEN Nedim, Evini 5 Yıl İçinde Satan Vergi Ödeyecek, 13.03.2017, Sözcü Gazetesi). Nitekim konuya ilişkin olarak Danıştay tarafından verilen muhtelif kararlarda da bu husus vurgulanmaktadır.1

Sonuç olarak, bize göre ivazsız olarak intikal eden (veraseten intikal eden gayrimenkuller dahil) arsa ve arazi üzerine inşa edilen taşınmazların satılmasından doğan kazançların ticari kazanç kapsamında değerlendirilmemesi gerekir (Bkz. İzmir Bölge İdare Mahkemesi, 1.Vergi Dava Dairesi Kararı, 29.05.2017 gün ve E:2017/685-K:2017/1585). Buna göre,
 
1-Veraset yoluyla iktisap edilen gayrimenkullerin şekli ve nitelikleri değiştirilmeksizin (aynen), çoklu ya da tek seferde satışı sonucu elde edilen kazancın değer artışı kazancı veya ticari kazanç olarak vergilendirilmesi mümkün değildir.

2-Veraset yoluyla edinilen gayrimenkullerin iktisap bedeli bulunmadığı için satış bedelinin tümü gelir vergisine tabi tutulursa bu durumda gelirin safiliği esas olması gerektiği için hasılatın tümü kazanç sayılarak vergiye tabi tutulması haksızlıklara neden olacaktır. Dolayısıyla, gelirin safiliği ilkesi bozulacaktır.

3-Miras yoluyla elde edilen gayrimenkullerin iktisap tarihinden sonra aynı kişiye farklı zamanlarda veya farklı kişilere aynı tarihte veya birbirini takip eden tarihlerde birden çok gayrimenkul satıldığı, bu şekilde yapılan satışların gayrimenkul alım-satım işiyle uğraşıldığına karine teşkil ettiğinden, elde edilen kazancın GVK md.37 hükmüne göre ticari kazanç olarak vergilendirilmesi gerektiği iddia edilebilir. Ancak biz görüşe katılamıyoruz. Zira, karineye göre vergi salınamaz.  Çünkü, karine kanıt değildir. Vergi hukukundaki yasallık ilkesi kanaat veya varsayıma dayanılarak vergi tarh edilmesinin önündeki en büyük engeldir. Karine, kanaat veya varsayım üzerine mükellefe mali yük yüklenemez. Re’sen takdir yetkisi ile varsayıma dayanan vergi tarhını birbirine karıştırmamak gerekir. Re’sen takdir yetkisine dayanılarak yapılan vergi tarhiyatı hukukidir, ancak; kanaat, karine veya varsayıma dayanan vergi tarhiyatı ise hukuk dışıdır. Sonuç olarak, ivazsız olarak veya veraset suretiyle intikal eden arsa ve arazi üzerine inşa edilen gayrimenkullerin satışından doğan kazançların GVK md.37 kapsamında vergilendirilmesi mümkün değildir2 (bkz. Danıştay 4.Daire’nin 09.11.2010 tarih ve E.2010/1869, K.2010/5546 sayılı Kararı ve Danıştay 3.Daire’nin 31.05.2011 tarih ve E.2010/2830, K.2011/2621 sayılı Kararı).

4-İvazsız olarak elde edilen gayrimenkullerin elden çıkarılmasından doğan kazançlar ile gayrimenkullerin iktisap tarihinden başlayarak 5 yıldan fazla süreyle elde bulundurduktan sonra elden çıkarılmasından doğan kazançlar ise vergilendirilmeyecektir. Bu tür kazançlar için yıllık gelir vergisi beyannamesi verilmeyeceği gibi diğer gelirler nedeniyle beyanname verilse dahi verilecek beyannameye söz konusu yıllık gelir vergisi beyannamesine dahil edilmemesi gerekmektedir (bkz. Gürboğa Erkan – Atabey Tuncel, Vergi Kılavuzu, Kasım 2008, İzmir, SMMM Odası Yayını, s.206-207).

Dr. Mustafa Alpaslan

 
_______________________________
1   SÖNMEZ Erdal – ERSAN Bülent, Sinerji Sirküler 12.12.2014 / 2014-46.
ŞEKER Sakıp, Miras Yoluyla İktisap Edilen Taşınmazların Satış Geliri, Gelir Vergisine Tabi Tutulabilir Mi?, www.xing.com, Gruplar, Özdoğrular SMMM.

Devamını Oku…

6 Eylül 2017 Çarşamba

İşçiden Alınan İbranamenin Geçerli Sayılması İçin Gerekli Şartlar Nelerdir?

I-GİRİŞ:

Bilindiği gibi, bütün işverenler, hizmet akdiyle çalıştırdıkları işçileri işten çıkarırken veya işçinin kendi isteği ile ya da haklı neden göstererek işten ayrılırken hak ettikleri alacaklarını öderken işçiden, bu alacaklarını aldığına ilişkin bir İBRANAME düzenlemekte ve almaktadır. 

İşçi ile işveren arasında düzenlenen ibranamenin geçerli sayılması için yasanın öngördüğü ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun vermiş olduğu kararında da çok açık bir şekilde belirtildiği gibi, ibranamenin geçerli olabilmesi için belli koşulları vardır. İşçiden alınan her ibraname geçerli sayılmamakta ve mahkemelerde itibar edilmemektedir.

Bu makalenin konusu, İşçi ile işveren arasında düzenlenen ibranamenin geçerli addedilebilmesi için yasanın ön gördüğü geçerlilik koşullarının nasıl ve neler olduğu ile ilgili açıklamalar olacaktır. 

II-İşçiden Alınacak İbranamenin Geçerli Sayılması İçin Gerekli Şartlar:

4857 sayılı İş Kanununda, işçinin işverenden alacağı ve bu alacağın ödenmesi ve buna ilişkin işçiden ibraname alınması ile ilgili olarak herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.  
İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ile ilgili olarak, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 420. maddesinde öngörülmüştür. Söz konusu Kanunun 420. maddesi hükmüne göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır.

Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu halde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.                                                                     
III-İbranamenin Fesih Tarihinden İtibaren Bir Ay Sonra Alınması:

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun ilgili kararında da atıfta bulunularak belirtildiği gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 420.maddesinde, iş sözleşmesinin sona ermesinden itibaren bir ay içinde yapılan ibra sözleşmelerine geçerlilik tanınmayacağı bildirilmiştir. Aynı maddede, alacağın bir kısmının ödenmesi şartına bağlı ibra sözleşmelerinin (ivazlı ibra), ancak ödemenin banka kanalıyla yapılmış olması halinde geçerli olacağı öngörülmüştür.

4857 sayılı İş Kanununun 19 uncu maddesinde, feshe itiraz bakımından bir aylık hak üşürücü süre öngörülmüş olmakla, feshi izleyen bir ay içinde işçinin işe iade davası açma hakkı  bulunmaktadır. Bu noktada feshi izleyen bir aylık süre, işçinin eski işine dönüp dönmeyeceğinin tespiti bakımından önemlidir. O halde feshi izleyen bir aylık sürede işverenin olası baskılarını azaltmak, iş güvencesinin sağlanması için de gereklidir. Geçerli ve haklı neden iddialarına dayanan fesihlerde dahi ibraname düzenlenmesi için feshi izleyen bir aylık sürenin beklenmesi gerekir. Bir aylık bekleme süresi kısmi ibra açısından işçinin bir kısım işçilik alacaklarının ödenmesinin bir ay süreyle gecikmesi anlamına gelse de temelde işçi yararına bir durumdur. Hemen belirtelim ki bir aylık bekleme süresi ibra sözleşmelerinin düzenlenme zamanı ile ilgili olup ifayı ilgilendiren bir durum değildir. Başka bir anlatımla işçinin fesih ile muaccel hale gelen kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve izin ücreti gibi haklarının ödeme tarihi bir ay süreyle ertelenmiş değildir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun değinilen maddesinde, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur.

IV-Geçerli Olmayan ve Hüküm İfade Etmeyen İbranameler:

Bazı işverenlerin, işçi işe girerken veya işe devam ederken  “tüm haklarımı aldım” şeklinde işçiden tarihsiz ibraname aldıklarına dair  iş hayatında söylentiler yaygındır. Bu şekilde işçiden alınmış/ alınacak olan ibranamenin yasal olarak  hiçbir geçerliliği yoktur. İş ilişkisi devam ederken tarihsiz, türü ve miktarı belirtilmeden alınan ibranameler, işçi ile işverenler arasında yoğun ihtilaflara yol açmakta ve dava konusu yapılmaktadır.

Yargıtay 9. hukuk Dairesinin birçok kararında; iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmelerin geçersiz olduğu belirtilmektedir. Çünkü, işçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür. Ayrıca, ibranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda olan ibranamenin değer taşımayacağı ve bir hüküm ifade etmeyeceği karar altına alınmıştır.  
        
Ayrıca, birçok mahkemenin verdiği ve Yargıtay tarafından da onaylanan kararlara göre, ibranamede yer almayan  işçilik alacakları  bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. Yani, “tüm haklarımı aldım” şeklinde alınan ibranamenin, işçinin işverenden bütün işçilik alacağının ödenmiş olduğunu göstermez ve mahkemeler tarafından böyle addedilmez. Alacağın nelerden müteşekkil olduğu ve hangi alacağın ne miktarda olduğunun açıkça yazılmış olması gerekir. Örneğin: kıdem, ihbar, yıllık izin, fazla mesai, ulusal bayram ve  genel tatil ücreti gibi isimlendirilmelidir.      

İbranamenin geçerli sayılması için 6089 sayılı Borçlar Kanununun 420. maddesine uygun ve yukarıda II. Bölümde belirtildiği şekil ve şartların tüm unsurlarını taşıması gerekmektedir. Bu şartlara uygun olarak düzenlenmeyen işçiden alınan/alınacak ibranameler kesin olarak geçersiz ve hükümsüz sayılacak ve ihtilaf konusu olmaya devam edecektir.

V-Sonuç:

İşçi ile işveren arasında gereksiz ve haksız yere işçilikten doğan alacak ihtilafının doğmaması ve işçiden alınacak olan İBRANAMENİN, hukuken geçerli sayılması için Borçlar Kanununda öngörüldüğü şekilde düzenlenmesi gerekli ve zorunludur.

Buna göre;

1-İşçinin işverenden alacağına ilişkin ibranamenin mutlaka yazılı ve imzalı olması,

2-İbra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması,

3-İbra konusu alacağın türünün ve miktarının açık bir şekilde belirtilmiş olması,

4-İbranamede belirtilen toplam tutarın noksansız olarak ve banka aracılığıyla ödenmiş  olması,

gereklidir ve şarttır.

Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibranameler, kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu halde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.               

Ahmet Ağar
Kaynak:  http://www.muhasebetr.com/yazarlarimiz/ahmetagar/068/                                                                                                                      

Devamını Oku…